AİLEMİN HİKAYESİ VE KÜP İLE KÜRE
BÜTÜN hayatlar değerlidir ve herkesin dinlenecek bir hikayesi vardır..  Bunu  çok iyi bilecek bir yaştayım..
Pazar, 29 Mart 2020

Değerli futbolseverler merhaba,

“Futbol” durdu, “Hayat” ise endişelerle, üzücü haberlerle sıkıntılı devam ediyor..
Bu da geçer..
İnsanlık tarihinde neler neler geçmemiş ki..
Bu da geçecek tabii ki.. 

Bu yazım futbolun dışından olacak.. 
Sonuna kadar okuyanlara şimdiden şükranlarımı sunarım..  

Bütün hayatlar değerlidir ve herkesin dinlenecek bir hikayesi vardır..  Bunu  çok iyi bilecek bir yaştayım.. 

Bu “Corona Virüs Belası” nedeniyle, yıllardır aklımda olan “Ailemin Hikayesi” ni kaleme alma fırsatı yakalamış bulunuyorum.. 
Şimdi hepsini yazmayacağım, telaşlanmayın, biraz özet yapacağım sonra kalemi Bige Güven Kızılay’a bırakacağım..  

xxx

65 yaşımdayım, 1955, İzmir doğumluyum.. 
O zamanlar İzmir’in tepesinde olan Eşrefpaşa semtinin en yukarısındaki Çimentepe mahallesinde, babamın doğduğu evde doğmuşum..  
Annem ise Pomak macırlarının kümelendiği Mezarlıkbaşı’nda doğmuş.. 
Babam (1928) ve Annem (1936) doğumlu.. Yani onlar da bizim gibi savaş görmemişler, toplu göç yaşamamışlar.. 
Ama babam ve annemlerden önceki kuşak(lar), tüm Balkanlar’da yaşayan Türk ve Müslüman nüfus hallaç pamuğu gibi atılmış!.. Büyük bir insanlık dramı yaşamışlar..
Büyüklerimden dinledim.. Yaşadıklarını dinledim.. Öyle başkasının hikayesi değil, kendi hikayeleri..
Annemin babaannesi Fatma Ninemiz 98 yaşında dünyasını değiştirdi.. Yıllarca Karabağlar’dan geçerken uğradım, elini öptüm, o anlattı ben dinledim..
Kırcaali Akpınar köyünden yola çıktıklarında 6 çocuğu varmış.. İzmir’e vardıklarında sadece kundaktaki Adil Dedem kalmış ellerinde!.. Böylesi ardı ardına yaşanan acılara nasıl dayanır bir Ana Yüreği..  
Biz ne yaşadık ki Allah’ınız aşkına.. 
Kendi adıma; 5 yıl Ankara, o da yarım yamalak.. Bir de 4 ay Erzincan kısa dönem Askerlik.. Hepsi bu..

• Hicret veya Göç yaşamamış insan eksiktir NOKTA

1900’lerin başı Osmanlı, Balkanlardan zorunlu Göç ile 2011’den itibaren Suriye iç savaşı nedeniyle doğdukları yerleri terk edenler, insanlık dramı bağlamında benzer vakalar.. 
Demek ki biz Araplar’dan 100 yıl öndeyiz.. 
Avrupa’da Ulus Devlet kavramı, 1789 Fransız İhtilali ile başladı diyelim.. 
Bizde ise 1923, Cumhuriyet’in İlanı ile.. 
Biz de demek ki aşağı yukarı Avrupa’dan 100 yıl gerideyiz.. 

Avrupa’ya gitmek isteyen bir Suriyeli, eğer başarırsa kendi zamanından 200 yıl ileriye gitmiş olacak.. Alın size Zaman’da Yolculuk.. 

İzmir’in o zamanlar Müslüman mahallesi olan ve neredeyse tamamı Balkanlardan göç edenlerden oluşan Eşrefpaşa semtinde büyüdüm.. 
İyi hatırlıyorum, bir de Giritliler vardı, onlar da aynı şekilde Girit adasından göç etmek zorunda kalan kader kurbanları.. 
İzmir’de 1900’lü yılların başında Yahudiler deniz kenarında Karataş’ta oturuyorlar.. 
Zengin Fransız, İngiliz ve İtalyanlar ise ya Kordon’da yalılarda, ya da Bornova ve Buca’da kendilerine ait geniş arazili malikanelerde oturuyorlar.. 
Yabancıların hepsi tütün, üzüm, incir ve pamuk tüccarları.. 

Eşrefpaşa o zamanlar İzmir’in en tepesinde, yani yukarıda.. Büyük İskender’in dinlendiği Kadifekale tepesini de içine alan koskoca bir semt.. 
Tütün, üzüm, incir ve pamuk depolarında çalışanların neredeyse tümü, yukarıdaki Eşrefpaşa semtinden geliyorlar.. 
Nereden geliyorlar?
Yukarıdan, Eşrefpaşa’dan, Müslüman mahallesinden.. 
Nereye geliyorlar?..
Aşağıya, deniz kenarına, Gavur İzmir’e.,. 
Dedelerimiz neden Gavur İzmir derlermiş?..
Çünkü aşağıda deniz kenarında oturanlar ve iş sahiplerinin çoğunluğu İngiliz, Fransız, İtalyan yabancı uyruklu aileler de ondan..

Babamın babası İbrahim Dedem Kırşehirli.. Babamın annesi Habibe Babanem ise Deliorman Şumnu Tatarı.. 
Annemin babası Adil Dedem Kırcaali Akpınar köyünden.. Annemin annesi Fehime Ananem Gümülcineli.. 

Sadece İbrahim Dedemi görmedim, babam 18 yaşında iken dünyasını değiştirmiş.. 
Ama onu da Ankara ODTÜ okul zamanı Kırşehir’e gidiş gelişlerimde babamın hala oğlu rahmetli Ali Amcam ile telafi ettim sanıyorum.. 
Ali Amcamın gözleri çakırdı, İbrahim Dedem de çakırmış.. 
Gözlerini almamışız ama çalışkanlığımızı İbrahim Dedemden almışız, diye düşünürüm hep.. 

Diğer 3 büyüğüm ile çok sohbetlerim oldu.. Hepsini yazabilecek miyim, bilmiyorum.. 
Çünkü ilk defa okurluktan yazarlığa geçeceğim.. 
Nisan ayı sonuna kadar bitirmeyi hedefledim, inşallah diyelim.. 

x x x

Yıl 1975, Ankara ODTÜ 2.ci sınıfın henüz ilk aylarında babamın iş kazası geçirdiği haberini aldığımda 20 yaşımda idim.. 
O gün hayatım değişti.. 
4 kardeşin en büyüğü benim.. O günlerde kız kardeşim 16, oğlan kardeşlerim ise 14 ve 12 yaşlarda idi.. 
Öğrencilikten “Aile Reisliği”ne geçiş sürecim başlamıştı.. 
Yani planlı programlı bir şey değil, zorunluluk.. 

1 yıl üniversiteye ara verdim, okula gitmedim.. 
Ama o bir yılda belki de 2 tane fakülte bitirdim.. 
Birisi “Çalışkanlık Fakültesi”, diğeri ise “Asla Vazgeçme Fakültesi”..
Sonra da bu özelliklerim üzerime yapıştı kaldı haliyle.. 

Herkesin dini kendine.. Hiç girmem bu meselelere..
Öyle mucizeler yaşadım ki, bir “Yaratıcı”nın olduğunu biliyorum. Ben “Allah” diyorum.. 
Allah öyle anlarda önümü açtı ki, bunun adına mucize demekten başka kelime bulamıyorum.. 
Bir örnek;
Babam tedavi oluyor, ben her akşam hastaneye uğruyorum, şöyle şöyle yaptık, tekmil veriyorum.. 
O da bana aferin oğlum, okulunu bırakmadın değil mi diyor, ben de ona yok baba bırakmadım diyorum, geçiştiriyorum.. 
45 yıl önce, işimiz ufak o zamanlar.. Günde 8-10 ton inşaat demiri üretiyoruz.. Her Cuma günü sattığım malların parasını topluyorum, borçlarımızı ödüyorum.. 
Bir gün İzmir’in en zengin demir tüccarı, almam gereken parayı vermedi, haftaya gel dedi, yalvardım, yakardım.. 
Yok evladım, parayı Karabük’e yatırdık, sen haftaya gel, dedi!.. 
20 yaşımdayım, lacivert Reno arabamda hem ağlıyor, hem gidiyorum.. 
Ne yapacağım ben şimdi, diyorum.. 
O zamanlar 30 kişi çalışıyordu.. Haftalık dağıtılırdı.. Cumartesi günü öğlene kadardı. Saat 13:00 paydos.. 
Duşunu alan gelirdi, haftalığını alır, “Allah bereket versin” der, çeker giderdi.. 
Hem haftalıkları dağıtamayacaktım, hem de fuel oil alamayacaktım..
Çünkü bize fuel oil vermekte olan firma bir haftalık, yani 2 tanker cari hesap açmıştı.. 
Hafta içi alıyorsun, Cuma günü kapatıyorsan, Pazartesi fuel oil geliyor, ödeyemezsen gelmiyor, ocağı tavlayamıyorsun, dolayısıyla çalışamıyorsun.. 
Haftalıkları ödeyemeyeceğim, fuel oil alamayacağım, yani çalışamayacağız!.. 
Hem ağlıyorum hem de Eşrefpaşa üzerinden Çankaya’dan Buca’ya gidiyorum..
Kasap Ciko’dan borç alsam, kaç para verecek ki, diyorum kendi kendime!.. 
Bayramyeri’ne geldiğimde arabamın direksiyonunu farkında olmadan Üçyol’a doğru kırıyorum..
Üçyol’dan Bozyaka’ya doğru dönüyorum.. Işıklarda duruyorum..  Biraz ileride Uludağ Demir Ticarethanesi var.. 
Muammer amca işini iyi bilir, eli sıkıdır, malı görmeden parayı vermez, malım var dersen ölü fiyat verir..
Muammer amca hiç aklımda yok, çünkü zarar etmemem lazım.. 
Bir an Muammer amca dükkanından dışarı çıkıyor, dükkanından demir yüklemiş kamyona ana caddeye çıkması için muavinlik yapıyor..
Ben yanaşıyorum, bana eliyle dur işareti yapıyor, beni direksiyonda görüyor, kamyonu bırakıyor, Memet çek sağa diyor.. 
Ben arabayı sağa çekiyorum, aşağıya iniyorum.. 
Memet, oğlum seni arıyorum, haddehaneye not bıraktım, beni arasın, dedim. İnsan haddehaneyi ne var ne yok diye aramaz mı!..  
• Muammer amca biliyosun bugün Cuma, para günü, anca bitti işler..
• Oğlum bana 10 ton 12’lik, 10 ton 14’lük yükle.. 
• Muammer amca ben biliyosun Mustafa beye çalışıyorum, veremem..
• Oğlum mal senin değil mi, mesai yaparsın aradaki açığı kapatırsın.. 
• Muammer amca mesai falan dedin mi maliyet artıyo!..
• Memet sıçtırtma kafana, bak sinirleniyorum, hastaneyi Kenan Usta’yı arayacağım.. 
• Fiyat ne yazacağız Muammer Amca?.. 
• Tamam len “Metaş eksi 10 lira” yaz, adamlar sabahtan beridir mal bekliyorlar.. 
• Parayı peşin alırım Muammer Amca..
• Bak Memet beni sinirlendirme, gel 10 tonun parasını şimdi vereyim, diğerini de Salı-Çarşamba.. 
• O zaman Akaryakıtçı Tekin Bey’i de arayıp, paran bende Tekin bey der misin, siz birbirinizi Ticaret Odası’ndan tanıyorsunuz..
• Tamam, tamam o mesele değil, hallederiz..  Git yükle şu malları.. 
• Parayı alıyorum, henüz 15 dakika önce salya sümük ağlayan ben, basıyorum kartuj kasede, Zeki Müren dinleye dinleye ver elini haddehane..  
Elmayı alan bilir oy oy / Şeftali satan bilir oy oy / Güzel kızın kıymetini oy oy / Kimsesiz yatan bilir oy oy 
Bahçevan geldi / Deh deh dül dül / Deh deh dül dül / Sen düldülsün ben bülbül / Bahçevan geldi 

Böyle arka arkaya en az 10-15 tane kendimce “mucize” sıralarım.. 45 yıl içinde tabii ki.. 

Diyeceğim o ki, Corona 1-2 ay daha sürecek, sonra bağışıklık artacak, normale dönülecek, yaz gelecek, yine insanlar normal yaşama dönecek.. 
Hangisi ;
1. Hayat Mücadele midir?
2. Yoksa Mücadele Hayat mıdır?..
Bence 2.cisi.. 
İnsanoğlu da zaten buna göre programlanmış.. 
Mücadele edenler hayata tutunuyorlar, etmeyenler eleniyorlar.. 

x x x

Benim gibi ODTÜ’lü olan Bige Güven Kızılay hanıma Altınordu Ailesi adına selam, sevgi ve saygılarımı gönderiyorum..
Bige hanımın Kehribar Zamanında Aşk adlı kitabını da herkese tavsiye ediyorum..
Tam da şimdilerde çok ihtiyaç duyulan duygulara hitap ediyor..   

Şimdi sizlerle Bige hanımın Hayal Ağacım kitabından paylaşmak istediğim ve çok sevdiğim bir pasaj var..
Buyrun okuyun;

Bige Güven Kızılay
Hayal Ağacım – Hayykitap Edebiyat
Sayfa 183 ( Küp ile Küre ) 

“İnsan gençliğinde bir küpmüş. Düştü mü düştüğü yerde kalırmış ilk zamanlar. 
Ama her düşüşte bir köşesi kırıla kırıla, sonunda bir küreye dönüşür, yuvarlanııııır,  gidermiş. 
Anlayacağın ilk düşüşlerin acıtır. Ama her düşüşün sana bir dahasında daha usturuplu düşmeyi öğretir kızım...” 

Babam ne zaman bir şeye çok üzülsem, kızsam bu örneği verirdi. 

Yani evet, tam da böyle aslında.. 
Gençken başımıza ne geldiyse, olay mahallinde kalır, niye oldu, neden beni buldu, ben ne yaptım bunu hak etmek için diye sızlanır dururuz ya.. 
Yuvarlanır gidemeyiz bir türlü oradan. Ha bire o anı düşünür, kurar dururuz. Hani küp şeklindeyiz ya, düştüğümüz yerden kalkamayız bir türlü. 
İlk kırılan köşeler çok acıtır, öyle böyle değil..!!

Ve hayat bu, illa ki düşürür. 

Üniversiteye giriş sınavında bir problem olur, löönk düşersin. Aman hayatının en önemli sorunu o’dur. 
Ölüm kalım meselesi adeta.. Halbuki ne olur bir sene sonra girsen di mi? Öyle gelmez işte..

Aşık olursun misal. Kavga ettiniz, küstünüz. Allah.. Kıyamet! Nasıl da mutsuzsun. Yaa bir daha hiç...?? Yaşayamam ki onsuz. 
E yaşarsın be güzelim. Hem de nasıl yaşarsın. Aslında bu oduna üzüldüğüne üzüleceksin 2 sene sonra da, şimdi söylesem anlayamazsın. 
Ha canım, ağla, açılırsın..

Amaaan bu hoca sana taktı di mi? O adam öyledir zaten. Kaç kişinin hayatını karartmış. Ya benim de?? 
Yani, üniversiteye girmeyi başardıysan, bir de bitirmeye kararlıysan o hocayla bu olmuş, bununla şu olmuş, boşver diyemiyor kimse sana o yaşta. 
Hem de sana bir sır vereyim mi? 20 sene sonra, adamı fena halde haklı bulacaksın üstelik. Gıcık olan sendin aslında da.. 
Hadi yine iyisin bir köşen daha törpülendi, bu iyi bişey de haberin yok. 

Vay efendim yaz tatiline arkadaşlarınla bilmem nereye gitmene ailen izin vermedi.. Oo haklısın aslında çok fena bir durum. 
Sen anne-baba olduğunda onlara hak vereceksin ama, hadi kızma, köpürme hakkını kullan sonuna kadar. 

En fena düşüşlerden biri.. “Beni kimse anlamıyor.”! Ah be canım.. Sen kendini anlıyor musun acaba? 
Ruhundaki fırtınaları sen çözdün de başkaları çözemiyor diye mi kızıyorsun.. Hadi ben tutmayım seni.. 

Annen ya da baban hastalandı. Tam köşenin üstüne düştün bu defa.. Bu defa var ya.. Ne desen haklısın. 
İşte bununla başa çıkmanın yolunu bulmak ileri yaşlarda bile zor. 
Tek tavsiyem, kendine acıma. Zor bir sınavdır, ejderhalarla kaplı bir dapdar yol gibi.. 
Git üstlerine, aslanlar gibi yürü geç. Başka çaren yok. 

Ooo iş hayatına hoş geldin. Burada çok sık düşeceğin garanti. İş hayatı tek başına, genel hayatın minik bir demosu gibidir aslında. 
İyisiyle, kötüsüyle, başarısıyla, hayal kırıklığıyla, mücadelesiyle, zaferiyle.. Sana vadediyorum, çok bol düşüş var burada.. 
Ama birkaç sene sonra kondisyon kazanırsın inan. Her düşüş sana bir takla gibi gelir, kalkar bir daha koşarsın. 
Zaten artık eski küp de değilsin yani.. Köşeleri kırık, bir garip şekle dönüştün.. Bu iyi bişeydir. Keskin hatların yumuşadı yani.. 
Yumuşamıyorsa zaten oyun dışı kalırsın ona göre..

Evlilik, çocuklar, ele güne karışma durumları.. İşte yükseliş.. Önemli seçimler yapma.. Sağlık problemleri, ülke meseleleri derkeeeen...
Günün birinde bir bakıyorsun ki hayat aslında bu düşüşlerden ibaret. 
Ne zaman sen küre haline geliyorsun, o zaman asıl yolculuğun başlıyor. 
Bir öncesi, yani küp halin, hayatın duraklarında beklemekten ibaret  aslında.
Küreysen akıyorsun hayatla beraber.
Ama küp olmadan küre olamıyor insan. 
Ve ne yazık ki küp olarak kalanlar da mevcut. 
Nasıl dersen, ilk düştüğün yerden kalkmazsan başka köşen kırılmıyor arkadaşım..
Tek yarayla ömür geçirmeye çalışırsan, hani risk almadan, hani kendini akıllı, temkinli sanarak, öyle köşe köşe bir küp olarak yaşayıp gidiyorsun. 
Çok incinmiyorsun, darbe yemiyorsun, doğrudur.
Ama tüm hayatını yeknesak bir durakta geçiriyorsun.
Yuvarlanıp gitmek mi, durakta beklemek mi, işte hayat dediğin bunun kararını vermek..

x x x

Kim bilir kaçıncı defa okuyorum, her defasında ayrı bir keyif alıyorum..
Çok teşekkürler Bige Hanım.. 

Kalın Sağlıcakla,

Seyit Mehmet Özkan
Altınordu Arması Yediemini